Belki alışmak lazım

6 Aralık 2010
İstanbul’da havanın yeni soğuduğu gündü, Pazar. Havanın suratsızlığına aldırmadan Eminönü’nde bir balık ekmek yiyelim dedik keyfimiz yerine gelsin. Üç arkadaş bindik bir arabaya. Güzel müzikler muhabbet; e tabii ki trafik yoğun. Kaldırımlar insan seli. Akın akın geliyorlar. Maç mı varmış maç mı bitmiş neymiş. Beşiktaş taraftarları yollarda. Onlara yer siyah gök beyaz, biz hayretler içersindeyiz, bu kadar katil tipli adam bir arada diye. Tamam hadi günahlarını almayalım, sevgilisiyle gelen de var, çocuğuyla maç keyfi yaşamaya gelen de. Ama genel görüntüyü tahmin ediyorsunuzdur. Hani siz de o kaldırımda olsanız her an biri öldürülecekmiş gibi adamların yüz ifadesi – ki akşam gördük haberlerde yine kan gövdeyi götürmüş spor ve kardeşlik, dostluk adına. Kapılarımız kilitli elbette, trafiğin açılmasını bekliyoruz sabırla. Önde iki kızız, arkada da bir erkek arkadaşımız oturuyor (yatıyor da diyebiliriz). Bu kara adamlar naralar atarak, marşlar söyleyerek yürüyorlar. E tamam almışlar gazı maçtan o belli. Öyle bir haldeler ki yolda arabaların arasında yürüyorlar sanki sadece onların hakkıymış gibi o yolda bulunmak. 
Sonra bir tanesi bizim arabanın önüne geldi, yüzünde tarif edemediğim bir ifadeyle. Yani zafer desem değil, nefret desem değil. Büyük ihtimalle kendisi de nasıl bir hissiyat içersinde olduğundan habersizdi. Eğilip plakaya baktı. Biz de bunu izliyoruz tabii. Kalkmasıyla avazı çıktığı kadar bağırmaya başlaması bir oldu: “Ananın a*ı Ankaragücüüüü”. Haydaaa. Arkadaşımla birbirimize baktık yorum bile yapamıyoruz. Adam arabanın önünde gözlerimizin içine baka baka küfretmeye, bağırmaya devam ediyor. Biz ona bakıyoruz, o bize. Ne gelir ki elimizden. Bu bağırdıkça diğer taraftarlar da ona ayak uyduruyor tabi. Geldikçe geliyorlar. Atkıları, şapkalarıyla Beşiktaş taraftarları. Arabanın içinde bunları izliyoruz. Herhangi bir şey yapma ya da söyleme şansımız yok; çünkü adamlar düşünebileceğiniz her şeyden daha hızlı çoğalmaktalar. İlk başta bağırarak yürümeye deva meder diye düşündük ama yok adam taktı bize. Bu arada arabamızın plakası “06” Ankara plakası. Fakat tuttuğumuz takımı beyan eden hiçbir aksesuarımız yok. Zira Ankaragücü’nü tutan da yok aramızda. 
Be adam, nasıl bir kafadasın? Niye yandaşlarına gaz veriyorsun sanki bir şey dedik sana. Efendi efendi yürü git işte nereye gidiyorsan. Cehennemin dibine kadar yolun var. Emin ol ki senin varlığın orda çevrendekiler dağılana kadar. Tek başına yapsana sen o hareketi birgün, yerse. Var olamazsın ki sen yandaşların yanında olmadan. Her neyse, dedim ya bunlar çoğaldıkça çoğalıyor. Adamların içinde nasıl bir şiddet, nasıl bir eziklik varsa hızlarını alamayıp arabanın etrafına doluştular ve arabayı küfürler eşliğinde deli gibi sallamaya başladılar. Düşünsenize. Arabada önde oturan iki kız var. Ankara plakalı diye saldırabiliyorsun sen ona. Araba sallandıkça içinde öyle bir ruh halindeyiz ki. Susmayı yediremiyoruz kendimize, fakat bırakın kapıyı, camı bile açmaya cesaret edemiyoruz. Çünkü adamların gözü dönmüş bir kere. “Saldır” komutu vermiş mercimek beyinleri. Var güçleriyle sallamaktalar arabayı, biz de ufak tefek el kol hareketleriyle karşı çıkmakta ve çaresizce sonumuzu düşünmekteyiz. 
Derken arabayı kullanan arkadaşım dikiz aynasından arkada polis olduğu müjdesini verdi. Hatta olay çıkmasın diye düşünerek sanırım, arabanın etrafındaki adamlara “polis var arkada” diyerek işaret etti. E tabi laf insan olana söylenir, bunlar başka bir soyda gelme, anlamadılar. O sırada polis sireniyle kısa bir uyarı verdi (tabi adamlarda tık yok, kafa yanmış), ve eline geçirdiğini polis arabasına tıktı. Tam o sırada da trafik açıldı, uzaklaştık oradan. 
Şimdi içimde canımı korumak adına sessiz kalmış olmanın verdiği öfke, ve eğer polis tesadüfen arkamızda olmasaydı ne olacağına dair bir merak duygusu var. Eminim orda biraz daha kalsaydık adamlar arabayı ateşe verebilecek şuursuzluktalardı. Ya da bizden biri arabadan inip onları uyarmaya kalksa, aralarında voleybolla başlayıp, futbolla devam edecek bir “insantopu” oyunu oynayacaklardı; en iyi ihtimalle tabi. Beni en çok düşündüren ise bu topluluk psikolojisi durumu. O sürü halinde yürüme durumunda biri kendini denize atsa, ben eminim diğerleri de arkasından atlayacaktı. Ya da içlerinden biri başka birine vurmaya başlasa yüzlercesi birden aynı adama saldıracaktı. 
Örnekler çoğaltılabilir elbette. Konu şuursuzluk olunca misaller tükenmez bizim memlekette. Siz her şeye karşı olabilirsiniz de, biz size bile karşıyız, ona göre.

0 yorum:

Yorum Gönder